Pazartesi, Kasım 24

1984

şimdi winston smith'in üst yapıdan bu derece muaf olması, ingsos'un ideolojik dayatmasından bu derece kendini sıyırabilmiş olmasının, bütün erdemiyle "nasıl yaptıklarını bilmesi"nin, hikaye anlatıcısı olarak kendisine orwell tarafından kıyak geçilmesiyle, bir tanrısallık atfedilmesiyle ilgisi var mıdır. vardır gibi.

Cuma, Kasım 14

muslukçu

geçen arkadaşla (ekin) wikipedia'ya bakarken gördük, 1981'deki 'donkey kong'dan bu yana, çeşit çeşit oyun platformunda şimdiye kadar 200 civarında mario oyunu yapılmış, bütün bu frençayzın sonucu olarak dünyada şimdiye kadar 200 milyonu aşkın orijinal maryo oyunu satılmış.

düşünüyorum, dünyayı değiştirmek, toplumu dönüştürmek falan ama, lan bu adamlar toplam 200 milyon maryo oyunu satın almış, bu nasıl bi dünya ki değiştiresin, bunun nesini dönüştürcen allasen..

Pazar, Kasım 9

eczane affairs

geçen gün kız arkadaşımın ilaçlarını almak için eczaneye girdik, o kasiyerle konuşurken başka bir eczaneci ben farketmeden benimle konuşmaya başladı,

"burda bir saç uzmanımız var, isterseniz bir görüşme ayarlayalım en azından bir analiz yaptıralım."

eczaneci kadınla göz göze gelip, benimle konuştuğunu fark ettiğimde istemsiz, gülümsedim.

"bana mı diyorsunuz?"
"evet, yani bi görüşün isterseniz sizin de başlamış artık."

yüzümde hala o tırto gülümsemeyle, şakaklarımın yavaş yavaş açılmaya başlamış olmasını kastederek

"ben durumumdan gayet memnunum"
bu sefer tırto gülümseme sırası kadındaydı "valla şimdi memnun olabilirsiniz ama ilerde öle düşünürmüsünüz bilemiycem"

o sırada benimle konuşan ellilerindeki kadını izliyordum, yüzü yirminci yüzyıl kadar yorgun, yaşlıydı ve sırtı tıpkı yirminci yüzyıl gibi hafifçe kamburlaşmış, bezmişti. beynim atağa hızlı kalkmak istiyor, savunmada üçe üç yakalayıp golü bulmak istiyordu; ağzıma gelen "tanıdığım bir plastik cerrah var, görüşme ayarlayabilirim", "ortopedi uzmanına randevu yaptırabiliriz" gibi lafları yuttum. bu futbol değildi. böylesi bi savunmaya geçişe gerek yoktu. efendilik bende kalsındı.

yirminci yüzyıl kadın'ın söylemi hiç de kendi çağını yansıtmıyordu. pazarlaması, satışı öylesine moderndi ki. bi üniversite kampüsünün içinde konuşlanmış bir eczanenin içine konuşlanmış bir saç uzmanı. büyük ihtimalle kariyerindeki basamakları çıkmaya ilaç mümessilliğinden başlamış. ilerde çok para kazanacak, genç, profesyonel, şehirli ve saçlarının dökülmeye başlamış olmasından endişelenen müşteri ile arasında psödo-mutualist bir ilişki var. ayık bir kafayla baktığımızda olay en hafif tabirle götçülük.


salim kafayla bakınca şu oluyo:
eczaneye giriyosun, sırf eczaneye girmişliğinden dolayı biri seni kel buluyo, sırf kel bulduğundan dolayı, yardıma ihtiyaç duyduğunu düşünüyo-ilacını pazarlıyo. böyle bir şeyi kabul etmediğin- şans tanımadığın zaman kadının yüzündeki tırto gülümsemeyle birlikte sunulan ifadeden de anlayabileceğin gibi, anlaman gerektiği gibi, feci kompleks sahibi, kelliğini kabul dahi edememiş bir insan oluyor-sun. çünkü kel olduğun(olacağın) halde, kelliğinden kurtulmak için uzatılan bir eli geri çevirmenin başka hiç bir mantıklı açıklaması ol-a-maz. hastasındır.

vay amınakoyim, bu da oldu.

kıssa:

yapma imkanı olduğun bir şeyi yapmamayı tercih ediyor oluşun karşıdaki tarafından inanılmaz bir dehşetle karşılanıyor, özellikle sana birşeyler pazarlıyorsa (saç kremi, kredi kartı vs.), satış başına prim alıyorsa.

kış

babaannem dedi,

-önce elmalar çıkar, sonra mandalinalar çıkar, sonra da portakallar çıkar.

sonra ne çıkar babanne dedim.

-sonra kış gelir dedi.

Salı, Kasım 4

kaybettik

"kırık kubbesi gökyüzüne uzanan katedralimsi yapıda, kubbeye doğru tırmanan o yıkık dökük merdivenleri çıkmaya cesaret edemeyip ağladığımda/ daha da kötüsü içime ağladığımda/, girişleri kırık kubbeden giren kıpkızıl ışıkla aydınlanmış mağaraların içinde, "kilolarca tienti" gücündeki yangın bombalarıyla katledilenler arasındaydım ve sadece trt radyosuydu yayınını alabildiğimiz."

First steps

deneme, bir ki.